14 Eylül 2010 Salı

Her neyse..

Evet kumlarla dolu su. Biz ona ne diyebiliriz ki. Of kafam karıştı yine. Senin yanındayken hep böyle oluyor zaten. Sahildeyiz işte deniz falan. O sesler su sesleri işte. Bide sen yanımdasın unutmamak lazım. Gündüz olmasına rağmen gökyüzünde olmayan bir dolunay ararız bazen. Sonra bulamaz gözlerimiz acıyana dek güneşe bakarız biz. Fark etmez güneş falan olmasa da olur. Sana bakarım ben. Bir şeyler mırıldanırım içimden. Sen duyma isterim gizli. Seni sevdiğimi ne kadar sevdiğimi bilme işte boşver. Sonra sanki duymuş gibi bir anda bana bakarsın ya. Dışımdan mı söyledim tanrım? Çok korkuyorum. Hayır dışımdan söylemiş olamam. Sesim kuşların sesine karışmadı çünkü ordan biliyorum. Peki niye baktın. Durdum hala bakıyorsun bende gözüm görmeyene kadar güneşe bakıyorum. Hayır bakma lütfen görmezden geliyorum işte. Hadi gözlerim çok acıdı bakmayı kes. Kafanı çeviriyorsun bir anda. Beni duyuyorsun sanki. Hiçbir şeye anlam veremiyorum. O güneş dolunay olsaydı gözlerim yanmıcaktı. Ve sen bana bakıyor olacaktın hala. Ben sana bakmayı kes demeyecektim mesela. Her neyse güneş o işte. Denizin dalgası ayaklarımıza çarpıyor. Ben yosunları sevmem. Yosunlar ayağıma dolaşıyor tiksinirim. Ama sen yosunları seviyorsun ya birden yosunları sever oldum. Her dalgayla birlikte kendime sorduğum gereksiz saçma sorulardan sıkıldım. Ben kendime soruyorum ve bir dalga daha ayaklarıma çarpıyor. Çarpan dalganın damlacıkları da yüzüme sıçrıyor. İstemsiz bir şekilde gülüyorum. Tanrım neden güldüm işte sen yine döndün bana bakıyorsun. O kadar masum gülüyorsun ki. Sana 1 saniye bakıp hemen kafamı çeviriyorum. Bilmiyorum utanmadım ben hiç böyle şeylerden ama bakamadım işte büyüledi gülüşün sanki. Sonra ayağa kalkıyorsun. Denizden avuç avuç su alıp üzerime atıyorsun. Bunu yaparken çok mutlusun. Ama ben su şakalarını sevmem. Ama sen gülüyorsun ya. Ben o an ıslanmadan geçip kahkahalarla gülüyorum. Uzaydan bakıldığında kumda dans eden karıncalar gibiyim. Gülerek yerde yuvarlanıyorum her tarafım çamur olmuş. Ne kadar aptalım hala gülüyorum. Belki bu bende değilim ki. Sinirlenirdim ben genelde. Yok bu kesinlikle ben değilim. En sonunda kes şunu diyorum seslice. Ve bir anda bana eğilen bir gölge görüyorum. Gökyüzüne bakıyorum güneşim gitmiş. Sen bana yaklaşıyorsun ama bakmamam gerek sana. Güneşim nerde ona bakıyım yine gözlerimi acıtsın. Ve sen yaklaşıyorsun lanet olsun. Evet saat 09.00 alarmı. Günaydın!




                                                                                                                H.Altaylar.

10 Eylül 2010 Cuma

Bir şey sorabilir miyim acaba?

Bir sorum var benim. Evet sadece bir soru. Ama kimselere soramadığım bir soru bu. Kimselerin bilmemesi gereken. Gizli, içim içime sır verdiğim gizli kapaklı bir gerçek kesit o kadar. Aslında şöyle de bir gerçek var. Henüz o soru ne bende bilmiyorum. Beynimde gezen karıncalara engel olamıyorum. Sesleri beni deli ediyor. Beynimi kemiriyor her biri. Çekip vurmalı diyorum kendini ama o karıncalar ölsün diye sırf. Bir soru yok ortada belki ama soruyu bekleyen cevaplar o kadar çok ki. Cevabını bekleyen sorular olur hep normalde. Yok evet anormalim ben. Ne bekliyordunuz ki? Bende sorularını bekleyen cevaplar var. Hepsi eşleştirilmeli. Bazen hayattan kesiliyorum, yaşamsal fonksiyonlarımı kaybedip nefes almayı unuttuğum zamanları hatırlıyorum. Hayır tabir-i caiz falan değil. Ciddi ciddi unutuyorum. Sonra bir afallama devresine giriyor beynim. “Napıyorum ulan ben!” oluyorum ve gözlerimi kırpmaya başlıyorum. Ama bunun nedenini de bilmiyorum ben. Mutluyum ben her şeye rağmen. Ve her mutluluğun bir kahramanı vardır. Benim mutluluğumun da bir nedeni bir kahramanı var elbet (:

9 Eylül 2010 Perşembe

Ve Dans;

Mutluluk artık benim yanıma da uğruyor. Hem de her gün. Belki de o geldiğinde mutluluğum geliyordur. Her neyse o yanımda ve ben mutluyum. Hani mutluluk 2 parmağının arasındaydı? Yok mutluluk iki kolumun arasında. Sarılabildiğim o cisim benim tek mutluluğum. Nefesi nefesime değen o varlık. Kalp atışlarımız birleştiğinde Mozart’ın o eşsiz senfonilerini ağlatır. O senfoniyi dinlerken resim nedir unutur Dali. Ve biz sarılırız. Dünya durur, zaman durur. Üzerinde bulunduğumuz her şey evrimini tamamlar. Ve bir vals. Bir tango. Bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün dansları yaparız. Sırf biraz daha gözlerimiz konuşsun diye. O müzik hiç bitmez. Sürekli beynimizde 2 ileri bir geri. Yalanlar uydururuz, yanlışlıklar yaparız. Sırf o müzik başa sarsın diye. Yaşlanır şarkılar. Paslı bir gramofon. Plaklar eski. İlk günkü gibi. Hadi sarıl yine sevgilerin en güzeli. Bir vals yapalım. Bu sefer bakan herkesi ağlatalım…


                                                                                                          H.Altaylar.

7 Eylül 2010 Salı

Bu kadar..

Her şey çok güzel.


Hatta her şey aşırı güzel. Sen olmayınca öleceğimi sanırdım. Yok değilmiş öyle. Şimdi bir baktım ki sen baya geridesin. Yaşanmışlıklarda tozlanmış. Kimse silmeye bile tenezzül etmiyor. Sen yoksun, başkası da olmaz sanırdım. Şimdi başkası da var. Ve onunla çok ama çok mutluyum. Üstelik o yastık falan da yok. Lambayı da düzelttim. Bir tek parçan bile kalmadı reelde. Reel de değil düşlerimde de tek bir parça yok sana dair. Yoksa neden yazıyorsun ki diceksiniz. Haklı gibi gözüküyorsunuz ama değilsiniz. Bitirdiğimi dışarı ispatlama isteğimden doğan bir yazıdır bu. Çok da lafı eveleyip gevelemicem. Öyle uzun yazılar falanda yok. Bu kadar basit. İçimde 4 aydır savaş veren o basit insan artık öldü. Ve ben ben olduğum gündür artık bugün. Kaldır elleri içimde ki basit insan. Eğ kafanı ve başkalarının içine gir sorgusuzca…


                                                                                                                H.Altaylar.